Erişilebilirlik
denilince çoğu zaman ilk akla gelen, mimari ve fiziki düzenlemelerdir.
Rampalar, asansörler, görme engelliler için hissedilebilir yüzeyler ya da
alçaltılmış bankolar… Ancak bu düzenlemelerin varlığı, ne yazık ki her zaman
erişilebilirlik anlamına gelmemektedir. Türkiye’de mimari erişilebilirlik çoğu
zaman ya görsel bir dekor olarak kalmakta ya da yönetmeliklere kısmen uyan ama
pratikte işlevsiz yapılarla sınırlandırılmaktadır. Gerçek bir erişilebilirlik
için sürecin tasarım aşamasından başlayarak denetim ve bakım süreçlerine kadar
bütüncül bir şekilde ele alınması gerekmektedir.
Erişilebilirlik
“Standartlara Uymak” Değil, “Kullanılabilirliktir”
Bir binada erişim
rampası olması, o rampanın işlevsel ve güvenli olduğu anlamına gelmez. Eğim
yanlışsa, malzeme kaygansa, iniş noktası park yeriyle kesişiyorsa bu yapı
erişilebilir değildir. Ne yazık ki birçok kamu binasında, okulda, hastanede ya
da belediye yapısında bu tür göstermelik rampalar hâlâ yaygındır. Yani sorun
sadece “var mı?” sorusuna değil, “nasıl var?” ve “gerçek kullanıcı bunu nasıl
deneyimliyor?” sorularına da cevap aramayı gerektirir.
Tasarım Aşamasında
Uzman ve Kullanıcı Katılımı Yok
Mimari projeler
hazırlanırken, çoğu zaman erişilebilirlik bir detay olarak bırakılmakta,
tasarımın özüne yedirilmemektedir. Engelli bireylerin ve erişilebilirlik
uzmanlarının tasarım sürecine dahil edilmemesi, sonrasında yapılan
düzeltmelerin hem maliyetini artırmakta hem de işlevselliği azaltmaktadır.
“Sonradan eklenen rampa” anlayışı, zaten erişilebilirliğe ne kadar yüzeysel
bakıldığının açık bir göstergesidir.
Denetim
Mekanizmalarının Kâğıt Üstünde Kalması
İlgili mevzuatlar
erişilebilirliği zorunlu kılmakta, çeşitli izin süreçlerine bu kriterleri
entegre etmektedir. Ancak denetim süreçleri çoğu zaman ya etkisizdir ya da
kâğıt üzerinde yürütülmektedir. Belediyelerde yapı kullanma izinleri verilirken
erişilebilirlik kontrolü yüzeysel yapılmakta, hatta bazen “fotoğraf göndererek”
prosedür tamamlanmaktadır. Oysa yerinde, kullanıcı deneyimine dayalı denetim
mekanizmaları kurulmadan gerçek bir dönüşüm mümkün değildir.
“Yap-Boz” Modeli:
Süreklilik Yerine Geçici Çözümler
Kamu yapılarında
yapılan erişilebilirlik düzenlemeleri genellikle proje bazlı ve dönemsel
olmakta, sürekliliği sağlayacak bir bakım-onarım kültürü oluşmamaktadır.
Asansör çalışmaz, yönlendirme levhası düşer, tuvaletler temizlik malzemelerinin
deposu haline getirilir, rampanın kenarına masa konur… Tüm bu durumlar, erişilebilirliğin
sürdürülebilir bir sistem değil, geçici bir vitrin olarak ele alındığını
gösterir.
Kapsayıcı Tasarım
Kültürü Gelişmemiştir
Erişilebilirlik
sadece engelli bireyler için değil; yaşlılar, çocuklar, geçici yaralanmalara
sahip bireyler, bebek arabası kullanan ebeveynler gibi birçok grup için hayatı
kolaylaştırır. Ancak Türkiye’de mimarlık ve şehir planlama anlayışı hâlâ
“ortalama sağlıklı birey” üzerine kuruludur. Kapsayıcı tasarım ilkeleri
mimarlık fakültelerinde yeterince öğretilmemekte, kamu ihalelerinde ise öncelik
olarak görülmemektedir.
İyi Örnekler Var
Ama Yaygınlaşmıyor
Türkiye’de bazı
belediyeler, üniversiteler veya özel kurumlar, erişilebilirlik konusunda örnek
yapılar ortaya koymaktadır. Ancak bu iyi uygulamalar genellikle izole kalmakta,
başka kurumlara model olmamaktadır. Merkezi otoritelerin bu örnekleri görünür
kılarak yaygınlaştırması, bir standart kültürü yaratması elzemdir.
Erişilebilir
Mimari, Estetik ve İnsan Haklarının Buluştuğu Yerdir
Erişilebilirlik,
bir bina inşa sürecinde göz ardı edilen bir detay değil, insan haklarına
saygının somutlaştığı bir alandır. Bu yalnızca “engelliler için” değil; kentte
herkesin eşit, bağımsız ve onurlu bir yaşam sürebilmesi için gereklidir. Kamu
yöneticileri ve teknik uzmanlar, mimariyi yalnızca mühendislik ya da estetik
bir mesele değil, etik ve toplumsal bir sorumluluk olarak da görmek zorundadır.
Çünkü erişilebilirlik, kent hakkının ve insan onurunun ayrılmaz bir parçasıdır.

Yorumlar
Yorum Gönder