2025-2026 yılı
eğitim ve öğretim dönemi yaz tatilinin sona ermesi ile 8 Eylül günü başladı. İlk,
orta ve lise öğrencilerinin tamamı ders başı yaptı.
“Her çocuk eğitim
hakkına sahiptir,” diyor Anayasamız. Bu hak, yalnızca ulusal mevzuatla değil,
aynı zamanda Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerle ve Millî
Eğitim Temel Kanunu ile de güvence altına alınmıştır. Ancak bir çocuğun okula
erişimi sadece kayıt yaptırmakla sağlanmış olmaz.
Eğitimde
erişilebilirlik, sınıfa ulaşmaktan tuvaleti kullanabilmeye, tahtadaki yazıyı
görebilmekten teneffüs saatinde arkadaşlarıyla birlikte vakit geçirebilmeye
kadar uzanan çok boyutlu bir süreçtir.
Birçok okulun
kapısı fiziksel olarak herkese açıktır. Ancak o kapıdan içeri girebilmek, o
okulda öğrenim görebilmek ve mezun olurken eşit koşullarda çıkabilmek, ne yazık
ki hâlâ herkes için mümkün değildir. Çünkü bu ülkede eğitime erişim hâlâ bir
hak değil, “şansa bağlı bir ayrıcalık” olarak görülmektedir.
Kişisel İnisiyatiflere Bağlı
Sistem: İnsaf mı, Hak mı?
Bugün eğitimde
erişilebilirlik konusunda bütüncül ve sürdürülebilir bir politikadan söz etmek
mümkün değildir. Uygulamalar; öğretmenin farkındalığına, okul yöneticisinin
duyarlılığına ya da idarecinin “vicdanına” kalmış durumdadır. Yani çocukların
eğitimdeki temel hakları bile bireylerin insafına terk ediliyor. Bu durum
sadece fırsat eşitliğini değil, adalet duygusunu da ciddi biçimde zedeliyor.
Fiziksel Erişim:
Kapının Ötesine Geçebilmek
Erişilebilirlik
denilince akla hâlâ sadece rampalı girişler geliyor. Oysa eğitime erişim
yalnızca okul binasına adım atmak değildir. Müfredata ulaşabilmek, sınavlara
eşit koşullarda girebilmek, sosyal etkinliklere katılabilmek ve bir öğrenci
olarak okulun içinde var olabilmek demektir.
Ülkemizde birçok
okul binası hâlâ fiziksel olarak erişilemez durumdadır. Rampa yoktur, varsa da
standartlara uygun değildir. Asansör bulunmaz. Tuvaletler erişime uygun
değildir. Var olanlar ise genelde depo olarak kullanılmaktadır. Sınıflar
dardır. Tekerlekli sandalyedeki bir öğrencinin sınıfa girişi başlı başına bir
mücadeleye dönüşür.
Bu durum yalnızca
öğrencinin eğitim hakkını değil, aynı zamanda özgüvenini, sosyal ilişkilerini
ve hayata katılımını da olumsuz etkiler. Bazen bir veli, sadece okul erişilemez
olduğu için çocuğunu evde bırakmak zorunda kalır. Bu, görünmeyen ama son derece
derin bir eşitsizliktir.
Görünmeyen
Bariyerler: Sessiz Ayrımcılık
Erişilebilirlik
sadece fiziksel engellerle sınırlı değildir. İşitme engelli bir öğrencinin
dersteki sesli anlatımı anlayabilmesi için işaret dili tercümanına, görme
engelli bir öğrenci için Braille materyallere ya da sesli kitaplara ihtiyaç
vardır.
Ancak bu destekler
çoğu okulda mevcut değildir. Olan yerlerde ise sürdürülebilirliği tartışmalıdır.
Bu da engelli öğrenciler için eğitimi hem erişilemez hem de sürekliliği olmayan
bir sürece dönüştürür.
Kaynaştırma mı,
Ayrıştırma mı?
Kaynaştırma
eğitimi, engelli öğrencilerin diğer öğrencilerle birlikte aynı sınıfta eğitim
almasını hedefler. Fakat uygulamada bu süreç, çoğunlukla hazırlıksız bir biçimde
yürütüldüğü için katılım değil, yalnızlık yaratır.
Ne öğretmenler bu
sürece hazırdır ne de sınıf arkadaşları bilinçlidir. Bu nedenle bazı öğrenciler,
görünüşte sınıfın bir parçası olsa da aslında görünmeyen bir duvarın ardında
kalır. Dışlanma, çoğu zaman fiziksel değil, davranışsal ve duygusaldır.
Öğretmenin Rolü:
Niyet Yetmez, Donanım Gerek
Erişilebilirlik
yalnızca altyapıyla sınırlı değildir; pedagojik donanım da erişimin önemli bir
parçasıdır. Öğretmenler iyi niyetlidir. Ancak sistem, onları özel gereksinimli
öğrencilerle çalışacak şekilde hazırlamamaktadır.
İşitme engelli bir
öğrencinin sınıfına giren öğretmenin işaret dili bilmesi beklenmez. Görme
engelli bir öğrenci için materyal temininde okul idaresi kısıtlı bütçelerle baş
başa bırakılır. Rehberlik servisleri yetersizdir. Yardımcı personel çoğu zaman
hiç yoktur.
Bu eksiklikler,
farkında olunmadan ayrımcılığı pekiştirir. Eğitim fakültelerinde verilen
dersler yüzeysel kalmakta; hizmet içi eğitimler ise yetersiz, geçici ve
teoriktir.
Bireyselleştirilmiş
Eğitim Planları (BEP), çoğu zaman yalnızca “kâğıt üzerinde” kalır. Çünkü bu
planları hayata geçirecek personel, zaman ve kaynak yoktur.
Yükseköğretimde
Erişilebilirlik: Göstermelik Başarılar
Son yıllarda
üniversiteler, “Engelsiz Üniversite Ödülleri” ile öne çıkmaya başladı. Ancak bu
ödüller bazen, fiilen hiçbir engelli öğrencinin yaşamadığı kampüslere
verilmektedir. Oysa gerçek başarı, bir kampüse rampa eklemekle değil, o
rampadan geçen öğrencinin yaşam hikâyesiyle ölçülür.
Üniversiteye giriş
sınavlarında hâlâ çok sayıda öğrenci, uygun sınav koşullarına erişim konusunda
sorun yaşamaktadır. Braille baskılı kitaplar yok denecek kadar azdır. Dijital
içeriklerde altyazı, sesli betimleme ya da erişilebilir formatlar genellikle
unutulmaktadır. Engelsiz yurtlar ya hiç yoktur ya da sembolik sayıdadır.
Ailelerin Sessiz
Ama Yorucu Mücadelesi
Bu sürecin görünmeyen
kahramanları ailelerdir. Çocukları için okul okul gezen, yönetmelikleri
ezberleyen, kimi zaman okul kapılarında saatlerce bekleyip "Acaba öğretmen
anlayışlı biri mi?" diye endişelenen anneler, babalar...
Eğitim hakkını
sağlamak için bireysel çabalarla mücadele eden bu aileler, aslında sistemin
yapması gerekeni üstlenmek zorunda bırakılmaktadır. Ve bu durum, hakların
kişisel dayanıklılığa bağlı hâle gelmesi anlamına gelir ki bu, sosyal adaletle
bağdaşmaz.
Peki, Ne Yapmalı?
Eğitimde
erişilebilirliğin sağlanabilmesi için öncelikle şu adımlar atılmalıdır:
Millî Eğitim
Bakanlığı ve YÖK, erişilebilirliği tüm eğitim kurumlarında zorunlu ve
denetlenebilir bir standart hâline getirmelidir.
Okulların
erişilebilirlik raporları şeffaf bir şekilde kamuya açıklanmalıdır.
Öğretmen
yetiştirme programlarına engellilik, kapsayıcı eğitim ve erişilebilirlik
konuları zorunlu ders olarak eklenmelidir.
Öğrencilerin
ihtiyaçları bireysel olarak değerlendirilmelidir. Standart değil, kişiye özel
çözümler geliştirilmeli ve BEP’ler uygulamada da aktif hâle getirilmelidir.
Erişilebilir dijital
platformlar yaygınlaştırılmalı, görsel, işitsel ve yazılı tüm içerikler herkes
için erişilebilir hâle getirilmelidir.
Aileler ve
öğrenciler, karar alma süreçlerine aktif şekilde dahil edilmelidir.
Son Söz: Eğitim
Hakkı Ayrıcalık Olamaz
Eşit bir eğitim,
eşit bir toplumun temelidir. Mesele sadece bir okulun kapısından içeri
girebilmek değil; orada tam anlamıyla var olabilmek, duyulabilmek, görülmek ve
anlaşılabilmektir.
Eğitim, bir
çocuğun yalnızca geleceğini değil, hayata tutunma biçimini de belirler.
Erişilemeyen bir okul, çocuğa şu mesajı verir, “Bu dünya senin için değil.”
Oysa biz biliyoruz
ki kapsayıcı bir eğitim sistemi yalnızca engelli çocuklar için değil, herkes
için daha iyi bir geleceğin anahtarıdır. Bu yüzden erişilebilirlik, eğitimde
bir ek koşul değil; vazgeçilmez bir ilkedir.
Ve unutmamak
gerekir ki eğitim erişilebilir değilse, adil değildir.

Yorumlar
Yorum Gönder