O ağır konumdaki bir engelliydi…
Yürüme deseniz bir adım dahi
atıp yürüyemiyordu…
Ellerini oynatma, kollarını
kaldırma deseniz, ne ellerini oynatabilecek ne de kollarını kaldırabilecek
kadar gücü bile yoktu…
Düzgün şekilde oturma derseniz
onu da oturamazdı… Yamru yumru bir şekilde oturuşu vardı…
Bunların en ufak birini dahi
yapmasını bir kenara bırakın hayatta kalabilmesi, yaşamını sürdürebilmesi
amacıyla ne yemeğini yiyebiliyor ne de suyunu içebiliyordu…
Beyninin içinde geçerek, yüreğinden
süzülerek dilinin ucuna gelen tek bir kelimeyi dahi ses olarak dışa vuramazdı…
Çok sevdiği eşi Jane’e bile,
“Seni seviyorum” diyebilecek kadar
konuşma durumu yoktu…
Lucy, Robert ve Tim adındaki
çocuklarının başlarını bir kez dahi okşayabildiğini, onları kucağına
alabildiğini sanmıyorum…
Buna rağmen onu tüm dünya
tanıyordu…
Kimden mi bahsediyorum
elbette Stephen Hawking’den bahsediyorum…
Bilim dünyası tarafından
Albert Einstein'den sonraki en büyük dahi olarak kabul edilen ünlü İngiliz
evrenbilimci ve fizik profesörü olan Stephen Hawking’den bahsediyorum…
İtalyan astronom, fizikçi,
mühendis, filozof ve matematikçi olan Galilei Gelileo'nun 300. ölüm
yıldönümünde dünyaya gelen ve Albert Einstein'ın 139. doğum gününde ve aynı
zamanda Pi Günü olan 14 Mart tarihinde ise 76 yaşında hayata gözlerini yumarak
veda eden bilim dünyasının büyük dehası olan Stephen Hawking’den başkası değil
bahsettiğim…
Hangi insana, “Stephen Hawking’i tanıyor musun?” diye
sorsanız “Engelli olan bilim adamı değil
mi o?” diye cevap verirler…
Evet, o bir engelliydi…
Amyotrofik Lateral Skleroz ALS (ALS) hastalığına yakalandığından engelli
olmuştu…
Ancak engelliliğinden önce o
bir bilim adamıydı… Hem de tüm dünyanın yakından tanıdığı bir bilim adamı… Engelliliği
hiçbir zaman bilim adamlılığının önüne geçmedi… Belki de geçmesine izin
vermedi… Engelliliğiyle barışık yaşadığını hayat öyküsünde görüp öğreniyoruz…
Engelliliği hakkında, “Engelli bir bireyseniz, büyük ihtimalle bu
sizin suçunuz değildir fakat insanlardan acıma beklemenin ya da dünyayı
suçlamanın bir yararı da yoktur. Olumlu bir tavır takınmalı ve içinde
bulunduğunuz durumu en iyiye döndürmeyi bilmelisin. Fiziksel bir engeliniz
varsa, bunu psikolojik bir engele dönüştürmeyin. Bana göre, fiziksel engelli
biri, kendisine fazla engel teşkil etmeyecek fiziksel aktivitelere yönelmeli.
Sanırım, Paralimpik Olimpiyat Oyunları pek ilgimi çekmiyor. Bana söylemesi
kolay, çünkü atletizm oldum olası ilgimi çekmemiştir. Diğer yandan bilim,
engelli insanlar için çalışabilecekleri uygun bir alan. Çünkü olayın çoğu
zihinde bitiyor. Elbette, deneysel çalışmalar biraz problem çıkartabilir ama
teorik düşünmek de oldukça ideal. Benim engellerim, çalışma alanım olan teorik
fizikte bana büyük bir sorun teşkil etmiyor. Aslına bakarsanız bana faydaları
da dokundu. Derslerden ve yönetimsel işlerden muafım. Engellilik hayatım
boyunca karımdan, çocuklarımdan, iş arkadaşlarımdan, öğrencilerimden aldığım
yardımı es geçemem. İnsanların size yardım etmeye hazır olduklarını anladım.
Yeter ki, yardımlarının işe yarayacağına dair bir şeyler gösterin onlara.
Elinizden gelenin en iyisi yapın.” diyen Hawking’in şu sözleri ise
hafızalardan silinmeyecektir.
“49 yıl boyunca yakında öleceğim beklentisi içinde yaşadım. Ölümden
korkmuyorum; ancak ölmek için acelem de yok. Yapmak istediğim çok fazla şey
var.”
“Bir kurbanın, eğer ki istiyorsa, kendi yaşamına son verme hakkı
olmalıdır. Ancak bence bu büyük bir hatadır. Yaşam ne kadar kötü gözükürse
gözüksün, her zaman yapabileceğiniz bir şeyler vardır. Mutlaka
başarabileceğiniz bir şeyler vardır. Yaşamın olduğu yerde, umut da vardır.”
Yaşama dört elle sarılarak
çok sevdiği mesleğinin hakkını tam anlamıyla veren Stephen Hawking,
İngiltere’de değil de bizim gibi gelişmekte olan ya da az gelişmiş olan bir
ülkede dünyaya gelmiş ve yaşamış olsaydı ne durumda olurdu acaba?
Hiç düşünmeden söyleyeyim… En
başta ahret korkusuyla sevabına bakılacak yarım insan, sakat insan gözüyle
bakılırdı…
Mesleğiyle ilgili anılan
biri olamazdı… “Yarım insandan, sakat
insandan bilim adamı mı olur” diyerek engelliliği hep mesleğinin önüne konulurdu…
Hep acıyan gözlerle bakılır,
ah’lar vah’lar çekilerek, yer yerde dilenci yerine konularak eline avucuna
üç-beş kuruşta sıkıştırıldıktan sonra, “Oh
bir sakata sadaka verdim ona yardım ettim, sevap kazandım” diyerek vicdanlar
rahatlatılmış olurdu…
Bizim gibi engelliler içinse
o her şeyden önce bir insandı… Başta kendine ve ailesine olmak üzere bilim dünyasına,
öğrencilerine, yaşadığı ülkesine ve içinde bulunduğu bu koca dünyaya faydalı olan
bir insandı…
Engelliliğimizin başarıya
yürümemize ve onu elde etmemize bir engel teşkil etmediğini, “Yaşam ne kadar kötü gözükürse gözüksün,
her zaman yapabileceğiniz bir şeyler vardır. Mutlaka başarabileceğiniz bir
şeyler vardır. Yaşamın olduğu yerde, umut da vardır.” sözleriyle bizlere yol
gösteren küçücük bedeninde koca bir evren taşıyan örnek bir insandı…
Aramızdan ayrılarak sonsuzluğa yürüyen koca adam, ışıklar içinde uyusun…

Yorumlar
Yorum Gönder